11 Ekim 2012 Perşembe

Yalnızlığın Maraton Tribünü


Dünyanın da yuvarlak oluşundan mıdır bilinmez insanoğlunun futbola düşkünlüğü. Hele bu yer Türkiye ise bu düşkünlükten çok öte olma ihtimalı olasıdır. Başlangıcı ve eşiği her ne kadar İngiltere denilse de İnka medeniyetine ait Macchu Picchu ya kadar dayanır. Tabi Kolomb öncesi Amerika yerlileri ile Türkler arasında kültür benzerlikleri ile ilgili kanıtlar ve bulgular da hatrı sayılır seviyeler ulaşmıştır. Küçük  bir ihtimal de olsa futbol sevgisi bizlere atalarımızdan kalan genetik bir miras olabilir. Bunları bir yana bırakmak gerekirse sporun amacı dayanışma, birliktelik, rekabet gibi insanı ve ahlaki değerleri temel alması gerekirken günümüzde öyle midir acaba. İnsanoğlunun gem vurulamayan tüketim açgözlülüğü ve bunu fırsat bilenler için dünyada futbol bu değerleri çoktan tozlanmış raflardaki arşivlere kaldırmıştır.
Son dünya kupasının Afrikada oynanması mesela, bir tarafta milyonlarca dolarlık bonservisler, medya gelirleri, sponsorluklar diğer tarafta açlıktan ölen afrikanın karaları. Bu yüzden dünyada vuvuzela, sinek vızıltısından öteyegidemedi. Oysa ki o ses açlıkla savaşan afrika insanının üzerindeki uçuşan sinekleri ve içinde bulundukları durumu dünyaya haykırmalarının bir tezahürüydü aslında.
Genelden özele gelmek gerekirse, ahlaki tabanda günümüz Türk futbolunda da buna benzer bir ortam mevcut. Gerçekte doğruların etik değerlere göre belirlenmesi gerekirken, bizde  tutulan renklere, sahip olunan güce göre şekillenen bir spor camiası var. Bu noktada son iki senedir haksızlığa başkaldırmış bir Orduspor ve Orduspor seyircisi var. Alışılagelenin dışında, İstanbul’a biat etmeyen bir camia var. Böyle gelmiş böyle gidere karşı gelen, düzenin çarkına çomak sokan bir Orduspor var. Belki bu yüzden medya başta olmak üzere diğer etkenlerle yalnızlığa itilmekte. Tabiki Hector Cuper bizim için çok büyük bir kıymet ve değer ama öte yandan hakim medyaya bakılsa Orduspor sadece hector Cuper’den oluşmakta. Hector Cuper’i Orduspora getirenlerin, her maçtan önce onu ve öğrencilerini sevinç gösterileri ile karşılayıp motive edenlerin esamesi okunmuyor. Ve bunun gibi bir bakışta çok önemsenmeyen ama tekrarlandığında aslında altında kasıt aranabilecek davaranışlar. ve son günlerde sosyal medyada dillendirilen “Tres Puntos” yanılgısı. İftiralara değinmiyorum bile ama iftira attıklar camia maçlarda Atatürk’ün genliğe hitabesini okuduklarından bile bihaber.
Küreselleşen dünyanın, tüketim toplumu yaratma isteğinin bir damarı olan ve taraftarlığı kombine ve forma satışlarına indirgeme anlayışı karşısında, sevgiyi, sadakati ve bağlığı satın alabilecek bir şey olmadığı gerçeği karşısında yüzlerinde tokat gibi patlayacağı günler çok da uzak değil. İşe bu yüzdendir ki, sadece Orduspor sevgisi ve bağlılığı ile numaralı ve localardan uzak Yalnızlığın Maraton Tribününde yerimizi almaya devam edeceğiz ve dilimizde aynı tezahürat;
” Divane aşık gidi de düştük Ordu peşine,
  Mor-Beyaz bir sevdaluk, rastlamadık eşine”

Sıyrılıp Cümle Ahvalimden

Yine yıldızlar gibi uzaklaşmak istiyorum dünyadan dante dante yarılamak bir ömrü gözlerinde. Bir zaman anaforuna kapılıp, Peru dağlarında izler gibi İnkaların dans edişlerini ve gülüp geçer gibi Azteklerin antik yalnızlığına. Sonraları görmek isterdim Navahoların şamanı Kızıl Bulut’un ulu manitu’dan beklediği müjdeyi. Bir yanımda atlarından özgür koşup giden apaçi. Sonra korsanlarla savaşıp akdeniz maviliğinde dalga dalga forsalar uzanıp anlantis gibi batarken Endülüs dağlarında güneş, erirdim klimanjaro’nun karları gibi. Sonra bulur gibi yalnız adalardaki değersiz defineyi. Kırardım düşlerimin dümenini romaya ve hilkat garibeleri gibi arenanın ortasında çığlık çığlık vahşiyet ve bir o kadar vahşi zeytin dalında beyaz pelerinleri kirleten mahlukat. Bir ara ağlardı Babil tüm asma bahçelleri sulanırdı, sularnırdı gözyaşlarıyla. Ve çini çini insanlar yerkürenin birbaşka ucunda ve bozkurt yavruları kertenkele peşinde çin seddinin duvarlarında. Nasılsa duyardım bir hintli budistin yıllardır çektiği açlığı ,tibet yaylalarında koşardım börtü böcek üstüne,  arada bir ezoterik büyülerine kapılırdım afrikalı karaların, kazan kazan artardi içimde yaşamak. Ete kemiğe bürünürdü bilmediğim rüyalar,bir bakarım dalmışım, çatılarını antenler ve kömür kokusu sarmış, barometreleri zifiri gösteren gecenin karanlığına…